Perşembe, Kasım 26, 2009

Hayatımdaki en büyük kahramana Babam’ a,


Küçük bir kız çocuğu olduğum zamanlar babam bugün kaybolacağımı adım gibi bildiğim Merter’de çalışıyordu. Onun Pazar günleri beni yanında götürmesi çocukluğumda büyük bir eğlenceydi. Babamın ağzından o güzelim gezme lafını duyduğumda sevincimi saklayamazdım.

Hepinizin bildiği türden bir eğlence değildi benimkisi. Belki saman nezlemi tetikleyen bir yığın derinin, kalıpların, askıların, kürklerin arasında dolaşmaktı. Çoğunlukla temiz havadan yoksun kaldığım Bally kokusunun istemesem de üzerime sindiği zamanlardı…

Bazen orda çalışan yabancı uyruklu ablalar bana düğme yapmayı öğretirlerdi. Onları izlemek hoşuma giderdi. Babamın patronlarının ise beni sevmesi ve bana para vermesi ise eğlencemi sonlandıran ufak seremoniydi. İşte bu yüzden Pazar günlerini ipte çekerdim. Kulaklarım babamın ağzından çıkacak o güzelim sözlere hasret daha bir dikkat kesilirdim.

Yine bir Pazar günü oldukça erken saatte gidecek olan babamla işe gitmenin teyidini almıştım. Saat 5 bucuk gibi günesin yeni ağarmaya başladığı vakitlerde yola koyuluyorduk. Çocukluğumdan beri Anadolu yakasında oturduğumuz için karsıya gitmenin ne demek olduğunu biliyordum. O zaman metrobüsler yok, tramvaylar kısıtlı, tren yolculuğunu tercih eden bir babayla sabahın buz ayazında sokağa çıkmak küçük bir çocuk için tuhaf bir durum olmalıydı. Babamda bazen öyle düşünüyordu sanırım ya da beni kendine yük etmek, belki de rezil etmek istemediğinden olsa gerek uyandırmadan giderdi. Oysa bana aksamdan hep söz verirdi. Peki, neden sözünü tutmamıştı?

Ne yazık ki böyle anlarda onu yakalayamazdım ama yinede erken kalkardım. Annemin tepesine dikilir
“Babam gitti mi?” diye sorardım. Dudaklarım büzülmeye başladığı an gözlerimden akan ılık yaslar pijamamı ıslatırdı. Dilimde dudaklarımdaki tuzu emerdim. Kirpiklerim uyku mahmurluğunun arasından sızan yaslarla ıslanırdı. Kalbim acırdı… Kandırdı beni derdim…

Birkaç kez babam bunu tekrarladı. Bazen uyanıp yakalardım kapıdan çıkacağı vakit yine ağlardım arkasından. Sonuç yine evde kalmak olurdu. Aksamdan kendimi yarına hazırladığımla kalırdım.

Bir sabah babama “bana tutamayacağın sözleri verme sana inanmıyorum” dedim. Bu babamla son işe gidişim oldu.
Aradan nerden baksam 16 yıl belki daha fazla bir süre geçti bugün düşünüyorum da babama hak veriyorum. Ama o bunun bende bir yara olduğunu bilmiyor.

Ve ben onu beni işe götürdüğü zamanlardan belki daha fazla seviyorum.

Kayıp İnsanlar Bürosu


Sana 15dk bir mesafe kadar yakin oldugumu düsünürken;
Aslinda neredeyse dünyanin bir ucu kadar uzak oldugumu anladim
Nasil mi? Senin sayende...
Zamanla yön bulma yetilerim gelisti,dünyam degisti.
Etrafimdaki siluetler degerlerini birer birer yitirirken
Kayip insanlar bürosu açma fikrine iyice isiniyorum.
Çekmecemde birikmis faturalarim beni bekliyor.
Ve bu beni zerre kadar ilgilendirmiyor.
Toplanmayi bekleyen bavulumun sapi kopmus
O bile yari yolda birakiyor beni.
Ve iste orada...Eski günlügüm...
Yapraklari sararmis rengi atmis, üstünede bir parmak toz çalmislar
Eski zamanlarimin yegane mirascisi hala bir o kadar gururlu ve
Geçen zamana inat magrur sekliyle bana bakiyor.
Parmaklarimi degdiriyorum yüzüne geri çekiyorum...
Korkuyorum...Bana unuttugum degerleri hatirlatiyor...
Sevgi ask gibi,kelimelerle ifadesi güç seyler...
Hatta bana göre gülünç seyler...
Öle degilmis anlamlandiriyorum...
Saclarin yüzüne dagilmis düzeltiyorum
Sayfalarinda gezdiriorum minik soguk ellerimi...
Tenin yumusak sicak pürüzsüz...
Benim yollarim kadar tasli tozluda degildi...
Aksine filiz vermeyi bekleyen toprak kadar
Sakin dingin ve bir o kadar verimliydi...
Dayanamadim sustum çektim gittim uzaklastim...
Önce ellerimi cektim üzerinden...
Sonra biraksaydim eger, sende kalacak olan gözlerimi...
Dayanamadim kactim gittim uzaklastim...
Sebebi mi, sebebi....
Korkuyorum...