Pazartesi, Aralık 28, 2009

Salı, Aralık 22, 2009

Rüyalarda Buluşuruz...


Uykularımızın 5 farklı evresi var. Bunlardan en önemli olan Rapid Eye Movement dediğimiz uykudaki “Rem” dönemi. Zaten rüyalarımızın büyük bir kısmını bu dönemde görüyoruz. Sadece 6 sn lik kısa bir dönem oldugu halde birbirinden ilginç rüyaları görebileceğimiz kadar uzun bir süreç bu aslında. (Ayrıntılı bilgi için Google sağ olsun )

Şimdi hepinizin eee neden bu teorik bilgi dediğinizi duyar gibiyim. Araştırmacı değilim, bilim adamı ( ya da kadını her ne haltsa) hiç değilim. Sadece bende sizler gibi bu 6 saniyenin azizliğine yakalanmış biçare bir rüyazedeyim. (Rüyasever de olabilirim hiç mühim değil)

Uykuyla uyanıklık arasında kaldığımız, bazen yorgunluktan sızdığımız, bazense uykuya hasret saydığımız koyunların, kuzuların, keçilerin ( bilumum küçükbaş hiç dana sayan görmedim :)) etkisiyle rüyalar alemine dalıyoruz. Günlük hayatın monotonluğudur ya bu, kimi zaman en ummadık kişiler yer alıyor bilinçaltımızda, kimi zamansa tanımadıklarımız... Hani dış kapının dış mandalını geçtim apartman kapısının bile dışında kalabilecek kimselerden bahsetmekteyim...

Uykuya dalarken ne düşünüyorsak o etkilidir derler genelde... Doğru mudur bilemedim...Esasında benim ilgilendiğim kısım rüyanın yorumlanışı... Yorum derken kime göre neye göre kısmı önemli ama sembolik olarak tıpkı fal gibi düşünün... Hani şu bakla falı, su falı, kahve falı gibi yoruma (ve artık umuma) açık mistik metaforlar...

Sembolik pek çok varlık, kişi, karakter, ses, rakam rüyalarımızda yer alabilir. Gayet normal bir durum... Gündelik hayatta bankada çalışırım rakam görürüm. İnsanlarla uğraşırım farklı kişiler görürüm gibi... Görme kısmı mühim değil. Hepimiz bir şeyler görüyoruz. Esas konu şu gördüğüm şeyi nasıl değerlendirmeliyim. Durum değerlendirmesini nasıl yapmalıyım ki bana bir faydası olsun....Mesela rakam görüyorsam sayısal oynamalı mıyım? Kişi görüyorsam adak adamalı mıyım merak ederim...

Kime sormalı, kime danışmalı bilemedim... Hekimlik bir durumda değil ki sorasın soruna cevap bulasın... Eski insanlar dediğimiz kişilere anlatırız rüyalarımızı. Yakınlarımıza bazen... Onlarda anlamı şudur budur derler hangi kitap yazıyorsa ya da nerden duymuşlarsa artık... Kişisel yorumlarını da söylerler bazen...

Haa bir de klişe vardır rüyalar tersine çıkar diye... Ağlarsan gülersin, gülersen ağlarsın...Uğursuz rüyaları hayırlara yorarsın.. Gündüz niyetine anlatırsın çoğu zaman... Hiç akşam niyetine rüyaların anlatıldığını da duymadım şahsen... Neden gündüz?

Anacığımdan duyduğum bir rüya vardır mesela. Hep uçarmış rüyalarında.

(Sahiden düşünüyorum da annemin uçtuğunu komik geldi baya) Uçurtma misali...

Büyüyordum der. Büyüklerinden öyle duymuş olsa gerek.

Ben uçmadıysam ne yani şimdi ben büyümemiş mi sayılıyorum anlamadım... Gayet sıradan bir karaktermiyim acaba ayaklarım karada mıhlanmış gibidir hep rüyalarımda. Aklım bir karış havada, başım göğe ermiş bir rüya falanda görmedim...

Peki anne sorarım sana... Bunların tümü diyelim ki bir rüya peki ben niye büyümedim?

Velhasıl kelam diyeceğim odur ki... Ben bu rüya işini çözemedim arkadaş... Amacı eğer bana kısa film seyrettirmek ise buyursun gelsin başım üstüne... Hatta uzun metrajına falanda razıyım ben...

Yazının yorumlaması da size kalmış hem de buyrun akşam niyetine...

Rüyalarda buluşmak dileğiyle...


Rüyazade Tosun Paşa...

Salı, Aralık 15, 2009

Çarşamba, Aralık 09, 2009

Çarşamba, Aralık 02, 2009

İçimdeki Çocuk




Kayıp bir kent benim bedenim.
Dışarıdan istila etmek isteyenim olsa da bi şekilde kendimi müdafaa edebilirim.
Ancak...
Son günlerde içimde isyan çıkartmak isteyen bir çocuk olduğunu düşünüyorum.
Sanırım suyunu yemini az verdim. Belki şeker istedi almadım, parka gitmek istedi göndermedim.
Her neyse...
Bu durum beni düşünmeye sevk ediyor.Düşünmek istemesemde beni zorluyor düşünmeye.
Gün geçtikçe şiddetinin dozunu da arttırmaya başlıyor çünkü.
Bişiyleri yanlış yapmış olmalıyım belli ki günden güne beni kemirmeye başladı.
Önce midemde ufak bir kasılma ile başlayan bu isyan girişimleri an itibariyle çektiği isyan bayrağının tepesiyle yavaşça soluk borumu gıdıklıyor.
Genzim yanıyor, gözlerim sulanıyor ama hafif öksürük nöbetleriyle yenilmemeye çalışıyorum.
Becerebiliyor muyum onu da bilemedim.

Korkuyorum... Öfkesinin büyümesinden, bana daha da hiddetlenmesinden...
Yemini suyunu az verdim galiba anlayamadım.
Oysa çiçeklerimi de günü gününe sulamadığım günler oldu. Yine de büyüdüler.
Seni de büyürsün sandım. Yanıldım galiba..
Seni de bir çiçek gibi büyütmek istemiştim içimde ama insanoğlu hep fazlasını istemez miydi? İsterdi evet sanırım sende istiyorsun. Oysaki yetiştirebildiğim yer bu, kabın hacmi belli.
İçimdesin daha nereye gidip yeşereceksin anlayamadım.
Anlayamıyorum.

İçimdeki isyan gün geçtikçe büyüyor sayende.
Biliyor musun çocuk en zoru da yutkunamamak. Yediklerimi yuttuklarımı da kabullenemiyorsun.
Yakında yüreğimde bir isyan ateşi yakacaksın diye korkuyorum.
İşte onu neyle söndüreceğim hiç bilmiyorum.
Nefes almaya kalksam ateşi körükleyeceğim yangın artacak.
Nefes almadan da yaşayamayacağım.

Bu durumda üstüne bir bardak su içsem geçer belki diye düşünüyorum.
İşte o zamanda ağzımda sonsuza dek korkunç isli kurumlu tadın, içimde isyanından arta kalan yıkık dökük bir kalp ve ömrümün sonuna kadar bir vicdan azabını taşıyacağım.
Evet çocuk seni ben boğdum. İsyanını bir suyla bastırdım içimde ve öfkeni hapsettim bedenime..

Bundan sonra gelecekler ise mümkünse baska yerlere...
Yeni yeşerip büyüyecek nice bebeklere, sular altında kalmayacak başka kentlere..

Perşembe, Kasım 26, 2009

Hayatımdaki en büyük kahramana Babam’ a,


Küçük bir kız çocuğu olduğum zamanlar babam bugün kaybolacağımı adım gibi bildiğim Merter’de çalışıyordu. Onun Pazar günleri beni yanında götürmesi çocukluğumda büyük bir eğlenceydi. Babamın ağzından o güzelim gezme lafını duyduğumda sevincimi saklayamazdım.

Hepinizin bildiği türden bir eğlence değildi benimkisi. Belki saman nezlemi tetikleyen bir yığın derinin, kalıpların, askıların, kürklerin arasında dolaşmaktı. Çoğunlukla temiz havadan yoksun kaldığım Bally kokusunun istemesem de üzerime sindiği zamanlardı…

Bazen orda çalışan yabancı uyruklu ablalar bana düğme yapmayı öğretirlerdi. Onları izlemek hoşuma giderdi. Babamın patronlarının ise beni sevmesi ve bana para vermesi ise eğlencemi sonlandıran ufak seremoniydi. İşte bu yüzden Pazar günlerini ipte çekerdim. Kulaklarım babamın ağzından çıkacak o güzelim sözlere hasret daha bir dikkat kesilirdim.

Yine bir Pazar günü oldukça erken saatte gidecek olan babamla işe gitmenin teyidini almıştım. Saat 5 bucuk gibi günesin yeni ağarmaya başladığı vakitlerde yola koyuluyorduk. Çocukluğumdan beri Anadolu yakasında oturduğumuz için karsıya gitmenin ne demek olduğunu biliyordum. O zaman metrobüsler yok, tramvaylar kısıtlı, tren yolculuğunu tercih eden bir babayla sabahın buz ayazında sokağa çıkmak küçük bir çocuk için tuhaf bir durum olmalıydı. Babamda bazen öyle düşünüyordu sanırım ya da beni kendine yük etmek, belki de rezil etmek istemediğinden olsa gerek uyandırmadan giderdi. Oysa bana aksamdan hep söz verirdi. Peki, neden sözünü tutmamıştı?

Ne yazık ki böyle anlarda onu yakalayamazdım ama yinede erken kalkardım. Annemin tepesine dikilir
“Babam gitti mi?” diye sorardım. Dudaklarım büzülmeye başladığı an gözlerimden akan ılık yaslar pijamamı ıslatırdı. Dilimde dudaklarımdaki tuzu emerdim. Kirpiklerim uyku mahmurluğunun arasından sızan yaslarla ıslanırdı. Kalbim acırdı… Kandırdı beni derdim…

Birkaç kez babam bunu tekrarladı. Bazen uyanıp yakalardım kapıdan çıkacağı vakit yine ağlardım arkasından. Sonuç yine evde kalmak olurdu. Aksamdan kendimi yarına hazırladığımla kalırdım.

Bir sabah babama “bana tutamayacağın sözleri verme sana inanmıyorum” dedim. Bu babamla son işe gidişim oldu.
Aradan nerden baksam 16 yıl belki daha fazla bir süre geçti bugün düşünüyorum da babama hak veriyorum. Ama o bunun bende bir yara olduğunu bilmiyor.

Ve ben onu beni işe götürdüğü zamanlardan belki daha fazla seviyorum.

Kayıp İnsanlar Bürosu


Sana 15dk bir mesafe kadar yakin oldugumu düsünürken;
Aslinda neredeyse dünyanin bir ucu kadar uzak oldugumu anladim
Nasil mi? Senin sayende...
Zamanla yön bulma yetilerim gelisti,dünyam degisti.
Etrafimdaki siluetler degerlerini birer birer yitirirken
Kayip insanlar bürosu açma fikrine iyice isiniyorum.
Çekmecemde birikmis faturalarim beni bekliyor.
Ve bu beni zerre kadar ilgilendirmiyor.
Toplanmayi bekleyen bavulumun sapi kopmus
O bile yari yolda birakiyor beni.
Ve iste orada...Eski günlügüm...
Yapraklari sararmis rengi atmis, üstünede bir parmak toz çalmislar
Eski zamanlarimin yegane mirascisi hala bir o kadar gururlu ve
Geçen zamana inat magrur sekliyle bana bakiyor.
Parmaklarimi degdiriyorum yüzüne geri çekiyorum...
Korkuyorum...Bana unuttugum degerleri hatirlatiyor...
Sevgi ask gibi,kelimelerle ifadesi güç seyler...
Hatta bana göre gülünç seyler...
Öle degilmis anlamlandiriyorum...
Saclarin yüzüne dagilmis düzeltiyorum
Sayfalarinda gezdiriorum minik soguk ellerimi...
Tenin yumusak sicak pürüzsüz...
Benim yollarim kadar tasli tozluda degildi...
Aksine filiz vermeyi bekleyen toprak kadar
Sakin dingin ve bir o kadar verimliydi...
Dayanamadim sustum çektim gittim uzaklastim...
Önce ellerimi cektim üzerinden...
Sonra biraksaydim eger, sende kalacak olan gözlerimi...
Dayanamadim kactim gittim uzaklastim...
Sebebi mi, sebebi....
Korkuyorum...